
Yıllar önce ilk kez bir yönetici olduğumda, tüm soruların cevabını benim vermem gerektiğini sanıyordum. Talimatları hazırlamıştım, deneyimim vardı, ama toplantılarda derin bir sessizlikle karşılaştım. Zamanla anladım ki eksik olan fikir değil, onları paylaşma davetiyesiydi. Liderliğimi bir adım geriye çekerek, ekibin önünü açmam gerekiyordu.
Bu farkındalık, yönetici rolümde dönüşüm yarattı. "Bu işi nasıl yaptırırım?" sorusu yerini "Nasıl destek olabilirim?"e bıraktı. Toplantılar hareketlendi, fikirler çoğaldı, ekip daha çok sahiplendi ve doğal olarak sonuçlar da gelişti.
Koçluk zihniyeti, yumuşaklık ya da belirsizlik anlamına gelmiyor. Tam tersine, net ama esnek olmayı, anlatmak yerine sormayı, eleştirmek yerine cesaretlendirmeyi gerektiriyor. Sessizlikten korkmamak, çalışanlara düşünme alanı tanımak, güçlü yönleri geliştirmek ve süreci kutlamak bu anlayışın temel taşları.
Bir danışanım, “Yönetmeyi bırakıp koçluk yapmaya başladığımda, ekibimin önündeki asıl engelin ben olduğumu fark ettim,” demişti. Bu dönüşümle birlikte takımı daha üretken, yaratıcı ve uyumlu hale geldi.
Koçluk yaklaşımı sadece sonuçları değil, kurum kültürünü de dönüştürüyor. Herkesin duyulduğu, fikirlerinin kıymet gördüğü bir ortamda güven, bağlılık ve sürdürülebilir başarı inşa ediliyor. Özellikle farklı kültürlerden oluşan hibrit ekiplerde bu anlayış hayati önem taşıyor.
Peki siz, takımınıza gerçekten liderlik ediyor musunuz?
Yoksa sadece yönetiyor musunuz?
Unutmayın:
Yüksek performanslı takımlar kendiliğinden oluşmaz, onlara koçluk edilir.