
Dökülen yaprakların altında bir durgunluk değil, hummalı bir hazırlık olur. Çünkü burada sonbahar, aynı zamanda kutlamaların başladığı dönem demek. Ben de bu yıl sonbahara biraz da bu gözle bakmak istedim.
Burada sonbahar başladığında doğa sanki bir resim defteri gibi açılıyor. Dağlar turuncuya, sarıya, kahverengiye boyanıyor; bağlarda üzüm kokusu havaya karışıyor. Ama işin en güzel yanı, bu mevsimin sadece doğada değil, insanlarda da bir hareket yaratması. Her köy, her şehir kendi kutlamasını yapıyor.
Eylül ayıyla birlikte ülkenin dört bir yanında farklı gelenekler canlanıyor. Bağ bozumu şenlikleri, kestane festivalleri, açık hava pazarları derken İsviçre sokakları bir anda hareketleniyor. Ticino kantonunda yapılan kestane festivali, sıcak kestane kokusunun fondü tencerelerinden yükselen buharla karıştığı, rengârenk bir atmosfer yaratıyor. Lavaux’nun yamaçlarında ise şarap üreticileri, yılın ilk tadımlarını paylaşmak için kapılarını halka açıyor. Herkes bir şekilde sonbaharı yaşıyor.
Ama İsviçre sonbaharının en görkemli sahnesi kuşkusuz Basel Herbstmesse. 1400’lü yıllardan bu yana süren fuar, Avrupa’nın en eski sonbahar festivali olma özelliğini taşıyor. Basel’in dar sokakları bir anda lunaparka dönüşüyor. İlk kez gittiğimde büyülenmiştim. Şehrin tam ortasında dev bir dönme dolap, ışıklar, müzik, kahkaha sesleri… Ren Nehri’nin kıyısında yürürken karamelize badem kokusu rüzgârla yüzünüze çarpıyor. Yüzyıllardır aynı coşkuyla düzenlenen bu etkinlik, aslında İsviçre’nin toplumsal belleğinde önemli bir yere sahip: bir mevsim geçişi değil, birlikte yaşamanın ritüeli gibi.
Sonra yavaş yavaş hava soğuyor. Caddelerdeki ışıklar biraz daha parlak, vitrinler biraz daha süslü oluyor. Çünkü İsviçre’de sonbahar, Noel’e geçişin de habercisi. Kasım sonunda Noel pazarları (Weihnachtsmärkte) açılıyor; Zürih, Bern, Luzern derken her şehir ışıklarla donanıyor. İnsanlar ellerinde tarçınlı ve zencefilli kurabiye, sıcak şarap eşliğinde geziyor. Birine rastlayıp “soğuk değil mi?” diye sorduğunuzda, genellikle “ama ne güzel kokuyor, değil mi?” cevabını alıyorsunuz.
Ve evet, sonbahar burada gerçekten güzel kokuyor. Kestane, tarçın, şarap, biraz da yağmur kokusu…
İçinde hüzün yok mu? Var tabii. Ama hüzün bile burada şık bir kılıfa bürünmüş; ışıklarla, gülümsemelerle yumuşamış.
Ben bu yıl kendime şöyle dedim:
Sonbahar, vedaların değil; yeniden buluşmaların mevsimi.
Doğaya, zamana, sevdiklerine ve en çok da kendine vakit ayır…
Benim için bunun en güzel hali; Basel’in dönme dolabında, elimde sıcak kestane, yüzümde huzurlu bir gülümsemeyle anın tadını çıkarmak.