
Bugünlerde dünya sadece haritalarda değil, kalplerde de bölünüyor. Bölgeleri sınırlar değil, kilometrelerce uzaktan atılan bombalar belirliyor. Kimi yerde sirenler çalıyor, kimi yerde susuzluktan çocuklar ölüyor. Kiev’de patlayan bir füze, Hartum’da kuruyan bir damla su, Tel Aviv’de yankılanan alarm sesi, Tahran’da uykusuz geçen geceler… Aynı acının farklı dillerdeki yankıları bunlar.
Eskiden savaş haberlerini duyduğumuzda içimiz titrerdi. Şimdi ekranda bir başlığa hızla bir göz atıp geçiyoruz. ‘Ukrayna’da saldırı: 15 ölü’, ‘Gazze’de onlarca sivil katledildi’, ‘İsrail ve İran arasında karşılıklı füze atışları’. Hepsi birkaç kelimeye, birkaç saniyeye sığdırılıyor. Oysa o ölenlerin her biri bir insandı. Biri belki sabah işe gidecekti, biri ilk kez anne olacağını öğrenmişti, bir diğeri belki bir çocuğun elinden tutuyordu. Şimdi yalnızca bir sayı oldular; bir istatistik.
Gazze’de hayatını kaybedenlerin sayısı 55 bini geçti. Bu korkunç sayının büyük kısmı kadınlardan ve çocuklardan oluşuyor. Yardım sırasına giren siviller dahi hedef alınıyor. İsrail ile İran arasındaki gerilim ise soğuk savaş olmaktan çıkıp doğrudan bir çatışmaya dönüşmüş durumda. Bu savaş yalnızca bölgesel bir kriz değil, küresel bir umursamazlığın ürünü artık.
Gözümüzü daha batıya ya da daha güneye çevirelim; değişen bir şey yok. Örneğin Afrika’nın içlerinde Sudan, Kongo, Etiyopya… Bu ülkelerde de her gün onlarca insan hayatını kaybediyor. Ne medya bu trajedileri anlatıyor ne de büyük devletler duymak istiyor. Oysa orası da bu dünyaya ait. Onlar da insan.
Tüm bunların ortasında, uluslararası hukuk sadece kâğıt üzerinde kalmış gibi. Birleşmiş Milletler’in kararlar uygulama noktasında ne kadar başarılı oluyor, tartışılır. Büyük (ekonomisi güçlü) ülkeler insan haklarını değil, kendi çıkarlarını gözetmekle meşgul. Barış için konuşanlar ya susturuluyor ya da savaş karşıtı olduğu için küçümseniyor. Oysa hâlâ savaş karşıtı olmak, hâlâ insan kalabilmenin bir işaretidir.
Elbette hiçbirimiz tek başımıza bu savaşları durduramayız. Ama sessiz kalırsak, yaşananları onaylamış oluruz. Bazen bir çocuğun adını anmak, bir annenin gözyaşına tanıklık etmek, yıkılan bir evin ardından susmamak… İşte bunlar da birer direniştir. Çünkü vicdan sustuğunda, insanlık da susar.
Kilometrelerce uzaktan atılan füzeler sadece bir ülkeyi değil, insanlığımızı ve yeryüzünde nefes alan her bir canlıyı da vuruyor. Eğer şimdi konuşmazsak, bir gün konuşacak kimse kalmayabilir.