
Hastanelerde adı konulmuş bir teşhis değil belki ama biz buna “gurbet hastalığı” diyoruz. Doktorların tahlillerinde, filmlerinde hiçbir şey çıkmaz; beden sapasağlam görünür. Ama insanın içinde bir sızı vardır. Sabah kalktığında duyduğu bir yalnızlık, akşam pencereden baktığında özlediği bir sokak, bazen de sebepsiz ağrılar… Çünkü ruhun yükünü bazen beden taşır.
Gurbet hastalığı aslında bir tür adaptasyon sancısıdır. İnsan yeni bir ülkede, yeni bir kültürde, yeni bir dilin içinde yaşarken kendini yabancı hisseder. Yalnızlık büyür, aile özlemi artar, kalbin bir yanı hep memlekette kalır. Ve bu duygular zamanla bedende baş ağrısına, mide ağrısına, halsizliğe bile dönüşebilir.
Ama bu yolculukta yalnız değiliz. Hepimizin yaşadığı bu ortak duyguyu hafifletmek mümkün.
Ne Yapabiliriz?
• Kendi topluluğumuzu kuralım. Küçük de olsa dost meclisleri, hemşeri buluşmaları ruhumuza ilaç gibi gelir.
• Kültürümüzü yaşatalım. Evde pişen bir memleket yemeği, dinlenen bir türkü, bayram sabahında yapılan bir telefon görüşmesi bile bizi ait olduğumuz yere bağlar.
• Yeni kültüre de kapı aralayalım. İsviçre’nin güzelliklerini keşfetmek, yeni arkadaşlıklar kurmak da bu topraklarda kök salmamıza yardım eder.
• Gerekirse destek alalım. Psikolojik destek almak bir zayıflık değil, tam tersine kendimize verdiğimiz değerin göstergesidir.
Unutmayalım ki, gurbette yaşamak sadece bir uzaklık değil; aynı zamanda insanı olgunlaştıran, dayanıklılığını artıran, kendi kimliğini yeniden hatırlatan bir yolculuktur.
Sevgili okurlarım, biliyorum ki hepimizin içinde bir memleket özlemi var. Ama aynı zamanda burada, İsviçre’de birbirimize sarılarak büyütebileceğimiz bir ailemiz de var. Gurbet hastalığını paylaşarak hafifletebilir, kalbimizi iyileştirebiliriz.
Çünkü biz yalnız değiliz. Biz aynı gökyüzüne bakan, aynı dili konuşan, aynı türküyü söyleyen büyük bir aileyiz.