
Psikoloji eğitimiyle başlayan yolculuğunu Paris’in varoşlarında yaşayan çocuklardan, *İstanbul'da sokakta yaşayan çocuklara Amerika’daki yüksek lisans eğitimine, ardından UNICEF’te geçen çeyrek asırlık uluslararası kariyere taşımış. Afrika’dan Orta Doğu’ya, Orta Asya’dan Avrupa’ya uzanan çalışmalarıyla çocukların haklarının korunması ve daha iyi bir gelecek kurmaları için politikalar geliştirmiş ve hayata geçirilmelerine destek olmuş.
Bugünse Cenevre’de yaşamını sürdüren konuğumuz, uzun yıllara dayanan profesyonel deneyimini kişisel gelişim ve ebeveynlik alanına aktarıyor. Olumlu ebeveynlik, şefkatli sorgulama ve koçluk üzerine aldığı eğitimlerle hem bireylere hem de ailelere yol gösteriyor. İçimizdeki çocukla barışmayı, özşefkati ve ilişkilerde derinleşmeyi odağına alarak eğitimler veriyor, koçluk yapıyor. Onunla hem geçmiş yolculuğunu hem de bugünkü çalışmalarını konuştuk.
Röportaj: Özgür MUMCULAR
- Şiyma Kuzmin kimdir, bize kendinizi tanıtır mısınız?
Her gün kendisinin daha iyi bir versiyonu olmak için okuyan, düşünen, çalışan, değişimin kendimizle başladığına inanan, barışa, eşitliğe ve iletişime gönül vermiş bir insan; çocukları ve çocuklar ile zaman geçirmekten çok keyif alan bir anne; ailesine, dostluğa, insanlığa ve tüm canlılara değer veren bir kadın.
- İçimizdeki çocukla şefkatli bir ilişki kurmak sizce neden bu kadar önemli?
Doğan Cüceloğlu’nun sözleri ile “Uyanış, olduğu gibi kabul ettiğimiz dünyanın, düşündüğümüzden farklı olabileceğini anlamakla başlar”. Kendimizi tüm hallerimizle kabul edip, şefkatle yaklaştığımızda ve içimizdeki çocuğun küçükken ihtiyacı olup da alamadığı şefkati ona kendimiz verdiğinde, bizi sınırlayan inançları fark edebiliriz, ve bizi bağlayan zincirlerimizden kurtulabiliriz. İşte bu yüzden içimizdeki çocuğun ihtiyaçlarını fark etmek ve şefkatle yaklaşmak önemlidir.
- Lise yıllarında okuduğunuz İnsan İnsana kitabı sizi nasıl etkiledi, hayalinizi nasıl şekillendirdi?
İnsan doğasını, ilişkileri, yaşadığımız toplumun bizi nasıl şekillendirdiğini, hayata olumlu bakmanın önemini düşündürttü. Okuduğum her satırda bu konular hakkında daha çok öğrenme istediği duydum. Sanırım psikoloji okumaya karar vermemde etkili olan etmenlerden biriydi bu kitap. Daha zor koşullardan gelen çocukların da kendilerini geliştirebilmeleri ve olabileceklerinin en iyi olabilmeleri için de çalışmaya o sıralarda karar verdim.

- Boğaziçi Psikoloji’den sonra Paris’te varoşlarda çocuklarla çalıştığınız dönemde sizi en çok etkileyen deneyim neydi?
Varsıl ve yoksul ayırımındaki sınıf eşitsizliğine karşı en iyi ilacın daha küçük yaştan çocukların okuma yazma becerilerinin geliştirilmesi ile olabileceğini gördüm. Her hafta sonu sırt çantamızda kitaplar, boyalar, defterlerle varoşlara gidiyor ve ailelerinin izniyle çocuklarla buluşup sıcak soğuk demeden açık havada farklı aktiviteler yapıyorduk. Birçok çocuğun evinde kitap yoktu. Küçük yaşta kitaplarla haşır neşir olma, eğlenerek öğrenme bu çocuklar için farklı bir hayatın kapılarını açıyor ve yoksulluk çarkından çıkabilmeleri için olanak sağlıyordu. Bu süreçte farklı kültürlerden, dinlerden gelen diğer gönüllüler ile de geçirdiğim zamanda, aslında insanların nereden gelirlerse gelsinler özlerinin benzer olduğunu gördüm.
- UNICEF’te 23 yıl boyunca farklı coğrafyalarda çalıştınız. Bu süreçte hangi anı sizin için unutulmaz oldu?
O kadar çok unutamayacağım anım var ki ama bir tanesini düşündükçe, hem üzülüyor hem de yaptığım iş nedeniyle gurur duyuyorum. Özbekistan’da çalıştığım yıllarda projelerimden biri devlet bakımında olan çocukların aile ortamında yaşayabilmeleri için çocukların ailelerine destekle kendi aileleriyle kalabilmeleri mümkün olmadığı durumlarda koruyucu ailelik gibi, şefkatle bakılabilecekleri birebir ilgi alabilmeleri için hizmet modelleri geliştirmekti. Bu süreçte, farklı şehirlerdeki yurt ve yuvaları geziyor, çalışanlardan bilgi topluyor ve kurum bakımını değiştirmek için eğitim veriyorduk. Semerkant’ta bir yuvada yeni terk edilmiş 8-9 aylık Timur isimli bir bebek vardı. Timur’u ilk gördüğümde ufacık yüzünde kocaman bir gülümseme ile bana bakıyordu. Kollarını uzatıp kucağıma gelmek istedi. Aldım. O kadar güven dolu mutlu bir bebekti ki. İşim nedeniyle, aynı yuvaya birkaç sefer daha gittim. Her gittiğimde Timur’u soruyor ve özellikle görmek istiyordum. Geçen her ayla birlikte Timur’un yüzündeki gülüş biraz daha azalıyordu ve gözlerinin parlaklığı sönüyordu. Timur’a sevecen bir ev sağlamak çok isterdim. Öte yandan uzun vadede Timur gibi ailesinden ayrılmak durumunda kalan çocuklar için daha iyi hizmet modelleri, ve daha eğitimli bir uzman kadro oluşturulmasına katkıda bulunarak, yüzlerce çocuğun hayatına dolaylı olarak dokunabildim.
Öte yandan, mutlulukla hatırladığım bir anımsa Tacikistan’da çalışırken duyma engelli çocukları bir çocuk korosu ile bir araya getirmek ve çocukların birlikte hem işaret dili hem şarkı söyleyerek sahnede John Lennon’ın Imagine şarkısını yorumlamalarıydı. Engelli ve engelsiz çocuklar ilk defa bu şekilde bir araya gelebildiler, birlikte ürettiler ve birbirlerini arkadaş olarak görebildiler.
- Uluslararası bir kurumda çalışırken edindiğiniz en önemli deneyim neydi, size ne kattı?
Farklı kültürlerden gelen çok kişi ile birlikte çalışma imkanı buldum. Üstüne üstlük bunu kendi ülkemden ve kültürümden uzakta başka bir ülkede misafir konumundayken yapmayı öğrendim. Farklılıklarımız kadar benzerliklerimiz olduğunu, iyi niyetle ve saygıyla yaklaştığımda güvene dayalı ilişkiler yaratabileceğimi öğrendim. Ayrıca, konuşulmayan kodlar olduğunu ve bunları anlayıp aşabilmenin zaman aldığını da öğrendim. Bazen bize çok benziyor diye düşündüğüm kültürlerden gelen kişiler çok farklı olabilecek bir kültürden gelen birinden daha uzak olabiliyor.

- Farklı kültürlerden gelen biriyle evli olmak ve çocuklarınızı “third culture kid” olarak yetiştirmek nasıl bir şey?
Aynı ülkeden ve kültürden gelen iki insan bile bazen birbirlerini anlamakta zorlanıyor. Eşimle 20 yıldır birlikteyiz ve her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Uzun süreli ilişkilerde hergün tekrar ilişkiye kendini adamak ve öğrenmeye açık olmak değerli. Ortak değerlerimizin olması ve birbirimizi anlamaya ve olduğumuz halimizle kabul etmeye olan adanmışlığımız bizi bir arada tutuyor. Çocuklarımız Türkiye'de sadece bir yıl -o da Covid döneminde- yaşadılar, eşimin ülkesinde ise bebekliklerinde yaşadılar. Dolayısı ile hem dillerimizi hem de kültürlerimizi sadece bizlerden öğrendiler. Dil bizim için çok önemliydi. O yüzden aramızda İngilizce ya da Fransızca konuşsak da çocuklarımızla doğduklarından beri sadece kendi dillerimizde konuştuk. Bence yemek, kültürün önemli bir parçası ve yemeklerimizi çocuklarımız biliyor ve seviyor. Aileler ile bağlantıya özen gösterdik. Benim ailem daha geniş olduğundan tatillerde Türkiye’ye gittik ama her yıl birkaç kere eşimin ailesini bize davet ettik. Çocuklarımız hem bizlerden öğrendiler hem de yaşadığımız birbirinden farklı ülkelerden deneyim kazandılar. En zorlandığımız konu ise “third culture kid” lerde çok görülen aidiyet hissi. Hem yaşadıkları yere uyum sağlamaları hem de kendi kültürleri ile bağlarının oluşması için özel çaba harcamak önemli.
- Cenevre’ye taşındığınızda kariyerinizde nasıl bir dönüm noktası yaşadınız?
Daha önce benim işim nedeniyle farklı ülkelerde yaşadık Cenevre’ye ise eşimin işi nedeniyle taşındık. Çocuklarımız ergenliğe girmişti ve İsviçre onların altıncı ülkesiydi. Artık taşınmak istemediler. Ben de onları bırakmak ve başka bir ülkede görev almak istemedim. UNICEF’den ayrılmaya ve kendi işimi kurmaya karar verdim. Uzun yıllar büyük bir organizasyonda ve politika oluşturma düzeyinde çalıştıktan sonra birebir insanlara dokunmak bana çok iyi geldi.
- Dr. Gabor Maté’nin şefkatli sorgulama yöntemini ve koçluğu nasıl bir arada uyguluyorsunuz? Danışanlarınıza hem bir eğitmen hem de bir yol arkadaşısınız. Danışmanlık süreçlerinde en çok hangi konular gündeme geliyor?
Genelde koçluk bugünden ileriye doğru hedeflerimizi belirleme ve hayalini kurduğumuz geleceği yaratmaya destek olma sürecidir. Şefkatli sorgulama ile ise çocukluğumuzda oluşturduğumuz ve bizi sınırlayan inanç kalıplarımızın ilk başlangıç zamanlarına yani geçmişimize doğru bir yolculuk yapılır. Benim çalışmalarımda gördüğüm, yaşadığımız zorlukları aşabilmek, gerek kendimizle gerek eşimiz, ailemiz ya da iş arkadaşlarımızla sağlıklı ilişkiler kurabilmemiz ise geçmişimizi iyi anlamak ve kendi iç çocuğumuza şefkatla yaklaşmaktan geçer. Ben bu iki yaklaşımı harmanlayarak kullanıyorum. Danışanlarımın ihtiyacı doğrultusunda hem geleceğe yönelik hedeflerinde destek oluyorum hem de içlerindeki çocuğu tanımalarını, kendi inanç kalıplarını farkedip kendilerine şefkatle yaklaşmalarına, kendi hikayelerine yeni bir gözle bakmalarına destek oluyorum.

- Kendi çocuklarınızı yetiştirirken edindiğiniz profesyonel bilgilerin ne kadarını kullanıyorsunuz, ne kadarını bırakıyorsunuz?
Çocuklarımı yetiştirirken aldığım eğitimlerin çok faydasını gördüm. Ama onların annesiyim, koçu, psikoloğu değil. Bunun ayrımını yapıyorum. Yapmazsam zaten -hele de şimdi ergen olarak- bana bunu çok iyi hatırlatıyorlar...
- Bugünden geleceğe baktığınızda kişisel hedefleriniz ve hayalleriniz neler?
Bu tür bir desteğe ihtiyaç duyan daha çok kişiye ulaşabilmek istiyorum. İnsanların birbirlerini ve kendilerini dinleyebilecekleri, barışın ve anlayışın hakim olduğu bir dünyaya katkıda bulunmaya devam etmeyi hayal ediyorum.







