Haber Arama
Haber Yada Kategori Arayın...
Başarıya uzanan yol
Bir Türk kadınının bilimde çığır açan devrimi
İsviçre’nin prestijli teknik üniversitelerinden EPFL’de tamamladığı doktora çalışmasıyla bilim dünyasında dikkatleri üzerine çeken Nergiz Şahin Solmaz, 2025 EUROMAR Konferansı’nda verilen Raymond Andrew Ödülü’nün bu yılki sahibi oldu.

Nergiz Şahin Solmaz’ın Samsun Bafra’da başlayan başarı hikayesi, ailesinin İstanbul’a taşınma kararıyla ivme kazandı. Yatılı okulda edindiği disiplin ve Türkiye’nin önde gelen mühendislik fakültelerinde aldığı eğitimle şekillenen bu yolculuk, İTÜ’deki çift anadal programıyla bilim tutkusuna dönüştü. Akademik hedefleri onu İsviçre’ye, Avrupa’nın ileri teknoloji merkezlerine taşıdı. Bugün, bilimi insanlığa faydaya dönüştürme hedefiyle çalışan Solmaz’ın bu yolculuğu, 2025 EUROMAR Konferansı’nda verilen Raymond Andrew Ödülü ile taçlandı.

Manyetik rezonans alanında en iyi doktora tezine verilen bu ödülle, genç bilim insanı sadece akademik bir başarıya değil, aynı zamanda teknolojiye erişimi demokratikleştirmeye yönelik vizyoner bir çalışmaya da imza attı.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nden başlayan mühendislik yolculuğunu İsviçre’de ileri düzey araştırmalara taşıyan Solmaz, tek yongada (single-chip) Elektron Spin ve Nükleer Manyetik Rezonans dedektörlerini entegre eden öncü projesiyle büyük takdir topladı. Kendisiyle hem bu çığır açan araştırmasını hem de bir Türk kadın mühendisin İsviçre’deki başarı hikâyesini konuştuk.

Röportaj: Özgür Mumcular - Ferah Koçak Erdoğan

Nergiz Hanım sizi tanıyabilir miyiz?

Samsun Bafra doğumluyum ve dört kardeşin en küçüğüyüm. Üç yaşındayken İstanbul’a taşındık ve ilkokulu Kağıthane Hasdal İlköğretim Okulu’nda okudum. Lise eğitimimi, Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi’nde yatılı olarak tamamladım. Üniversite giriş sınavında Türkiye genelinde 300. olarak İTÜ Elektronik Mühendisliği bölümüne üçüncü sıradan girdim ve İTÜ Vakfı ile Türk Eğitim Vakfı’ndan üstün başarı bursları aldım.

Üniversitede Elektronik Mühendisliği ile birlikte Kontrol Mühendisliği çift anadal programını tamamladım. Lisans eğitimim sırasında VLSI Laboratuvarı’nda çalışarak devre tasarımına ilk adımlarımı attım. Yüksek lisans dönemimde, uzay uygulamaları için kriyojenik sıcaklıklara ve radyasyona dayanıklı radyo frekansı devre tasarımı üzerine araştırmalar yürüttüm.

Üniversite yıllarında eşimle tanıştım ve evlenerek İsviçre’ye birlikte taşındık. Doktora eğitimimi EPFL’de tamamladım ve burada manyetik rezonans sensörleri için entegre devre tasarımına odaklandım. Amerika, İtalya, Almanya, Fransa ve Finlandiya’da düzenlenen konferanslara katıldım ve konuşmacı olarak davet edildim. 

Yaklaşık bir buçuk yıldır, akademiyle endüstri arasında bir köprü kuran CSEM’de görev alıyorum. Temel amacım; ileri teknolojiler geliştirmek, onları erişilebilir kılmak ve bilimsel yenilikler ile gerçek dünya problemlerine somut çözümler üreterek insanlığa katkı sağlamak.

Gelecekte, daha bağımsız araştırmalar yürütebileceğim bir konuma ulaşmayı hedefliyorum.

Raymond Andrew Ödülü’nü kazandığınızı ilk duyduğunuzda neler hissettiniz? Bu ödül sizin için ne ifade ediyor?

Bu ödülü kazandığımı ilk duyduğumda büyük bir mutluluk ve onur hissettim. Elektronik mühendisliği altyapısıyla manyetik rezonans alanına adım attığımda önümde pek çok belirsizlik vardı. Bu alana yeni giren bir araştırmacı olarak kendimi ne kadar geliştirebileceğimi ve bilimsel topluluk tarafından nasıl karşılanacağımı bilemiyordum. Raymond Andrew Ödülü, manyetik rezonans alanında doktorasını tamamlayan genç araştırmacılara verilen çok prestijli bir ödül ve benim için hem bir motivasyon kaynağı hem de bu alanda doğru yolda olduğumun güzel bir göstergesi.

Doktora tezinizde geliştirdiğiniz “Single Chip Dynamic Nuclear Polarization Microsystems” teknolojisinin bilimsel dünyaya katkısını nasıl özetlersiniz?

Bu teknoloji, dinamik nükleer polarizasyon (DNP) yöntemini çip ölçeğinde minyatürize ederek manyetik rezonansın hassasiyet sınırlarını genişletmeyi amaçlıyor. Yani, daha düşük maliyetli, daha kompakt ve yaygın kullanılabilir manyetik rezonans cihazlarının önünü açıyor. Bu sayede laboratuvar dışına taşabilecek, daha erişilebilir ölçüm ve analiz imkânları yaratmayı hedefliyoruz.

Bu araştırma sürecinde sizi en çok zorlayan teknik ya da teorik engel neydi ve bunu nasıl aştınız?

En zorlu kısımlardan biri, yüksek frekansta çalışan DNP deneylerini gerçekleştirmekti. Hem deney düzenekleri hem de kullandığımız malzemeler benim için yeniydi ve tasarladığım devrenin doğru çalıştığını göstermek için ön testler yapmak gerekiyordu. Deneyleri yürütürken bir yandan da hangi malzemenin hangi sonucu vereceğini öngörmeye, bunu güncel yayınlardan edindiğimiz bilgilerle birleştirerek en uygun deney planını oluşturmaya çalışıyorduk. Farklı fiziksel süreçleri aynı anda kontrol etmek karmaşık bir süreçti ama bu engelleri disiplinler arası bir yaklaşımla, sabırla ve ekip çalışmasıyla aşabildik. Bu süreç uzun ama öğretici oldu. 

Projenizin, özellikle DNP teknolojisinin yaygınlaştırılması ve erişilebilir kılınması açısından gelecekte nasıl etkiler yaratmasını bekliyorsunuz?

Özellikle yüksek frekansta çalışan DNP test ekipmanları oldukça pahalı ve dünyada sadece sayılı üniversite ve araştırma merkezi bu ekipmanlara sahip olabilecek bütçeye sahip. Doktora tezimde tasarladığımız DNP çipleri sayesinde, yüksek maliyetli gyrotronlara ve mikrodalga dalga kılavuzlarına ihtiyaç duymadan bu deneyleri gerçekleştirebildik. 

Umudum, bu teknolojinin sadece büyük laboratuvarlarla sınırlı kalmayıp daha küçük araştırma gruplarında ve hatta klinik uygulamalarda da kullanılabilir hale gelmesi. DNP, manyetik rezonans sinyalini yüzlerce kat artırabiliyor; bu da daha hızlı ve daha detaylı ölçümler yapılmasına imkân tanıyor. Böylece hem deney süreleri kısalıyor hem de daha önce mümkün olmayan, çok kısa ömürlü ve hızlı gerçekleşen dinamik süreçler takip edilebiliyor. Uzun vadede, bu teknolojinin tıp, malzeme bilimi ve biyosensörler gibi alanlarda yeni fırsatlar yaratacağına inanıyorum.

İTÜ’den EPFL’ye uzanan yolculuğunuzda sizi bu alana yönlendiren motivasyon neydi?

İTÜ’de lisans eğitimim sırasında elektromanyetik dalgalar, radyo frekansı devreleri gibi konularda sağlam bir altyapı edindim. Bunun yanında, kuantum fiziğinin geniş uygulama alanları tam olarak kavrayamasam da her zaman ilgimi çekiyordu. Doktora konusu seçerken EPFL’de karşıma bu alanda çalışma fırsatı çıktı. Neredeyse hiç bilmediğim bir konuda doktora yapmak başta oldukça ürkütücüydü. 

Ancak manyetik rezonansın neredeyse sınırsız uygulama alanına sahip olması ve bir elektronik mühendisi olarak bu alana kendi katkımı sunma ihtimali beni çok heyecanlandırdı. EPFL bu tür araştırmalar için çok uygun bir ortam sunuyor; deneysel olanaklarımız oldukça ileri düzeyde. Bu alanda beni en çok motive eden şey ise temel bilimin, yenilikçi mühendislikle birleşerek somut bir ürüne dönüşebilmesi.

Doktora süreciniz boyunca sizi en çok etkileyen kişi ya da olay neydi?

Yüksek frekansta çalışan DNP deneylerini başarıyla gerçekleştirmek oldukça uzun zaman aldı. Bir dönem, deneylerden elde ettiğimiz verileri yorumlamakta çok zorlandık ve doğrudan neden beklediğimiz DNP etkisini gözlemleyemediğimizi anlamıyorduk. Danışman hocamla aylar boyunca deneme ve sonuç değerlendirme süreci yürüttük. Her seferinde yeni bir yorum geliştiriyor, o yorumu doğrulamak için yeni bir deney ya da matematiksel hesaplama yapıyorduk. Doğru cevaba ulaşana kadar pek çok yanlış varsayımı test ettik. 

Tüm bunlar olurken büyük bir merak ve heyecanla yeni olasılıklar üretmeye devam ettik. Pes etmeyi hiç düşünmedik çünkü cevabı mutlaka bulacağımıza inanıyorduk. Danışman hocamla, daha önce birlikte yürüttüğümüz deneylerde de bana aşıladığı bu yaklaşım, neredeyse her akşam laboratuvardan çıkarken ‘Çözümü bulacağız, yarın görüşürüz’ diyerek bitirdiğimiz uzun tartışmaların bir parçasıydı. Bu süreç bana yalnızca mühendislik ve tasarımın değil, bilimsel araştırmanın da ne kadar keyifle ve azimle yürütülebileceğini gösterdi.

Kadın bir mühendis ve araştırmacı olarak bilim dünyasında karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Bunlarla nasıl baş ettiniz?

Açıkçası bu konuda kendimi şanslı azınlık içinde görüyorum. Hayatım boyunca ailemden, öğretmenlerimden ve arkadaşlarımdan güçlü bir destek hissettim. Hiçbir zaman ‘bunu sen yapamazsın ama bir erkek yapar’ gibi bir düşünce bana aşılanmadı; yeteneklerim küçümsenmedi. Aksine öğretmenlerimin özel ilgisi ve kazandığım burslar bu özgüveni pekiştirdi. Egitim hayatım boyunca arkadaşlarımdan, asistanlardan ve hocalarımdan her zaman saygı ve destek gördüm. Türkiye’de kız öğrencilerin çalışkan ve başarılı olduğu yönündeki yaygın algının da bu anlamda bana moral verdiğini söyleyebilirim.

EPFL’ye geldiğimde de içinde yer aldığım laboratuvar ortamında ve hocalarımla çalışırken hep yeteneklerime değer verildiğini hissettim. Bunun yanında EPFL’de kadın araştırmacılara destek sağlayan ‘Fix the Leaky Pipeline’ programına katıldım. Bu sayede harika kadın araştırmacılarla tanıştım ve aslında pek çok kadının bilim dünyasında ne tür engellerle yüz yüze kaldığını yakından gördüm. Bu süreçte ben de kendi kendime koyduğum görünmez sınırların farkına vardım. Bu, hâlâ üzerinde çalışmaya ve kendimi geliştirmeye devam ettiğim bir alan.

Sizin gibi yüksek teknoloji alanlarında çalışmak isteyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Meraklı olun, soru sormaktan çekinmeyin ve hata yapmaktan korkmayın. Yeni bir alana girerken yeteneklerinizden şüphe etmeyin, cesur olun. Ben hiçbir başarının sadece büyük bir zekânın ürünü olduğuna inanmıyorum; ama her başarının mutlaka büyük bir emeğin sonucu olduğundan eminim. 

İyi bir ekipte yer almak ve farklı disiplinlerden insanlarla çalışmak vizyonunuzu inanılmaz derecede genişletir. Mümkünse farklı alanlarda araştırma yapan insanlarla iletişim kurun, onlardan öğrenin. Ve unutmayın: Sabır çok önemli. Büyük fikirler bir günde gerçeğe dönüşmez, ama emekle, inatla ve merakla mutlaka yolunu bulur.

Akademide mi kalmayı düşünüyorsunuz yoksa endüstride de çalışmalar yapmak istiyor musunuz?

Şu anda çalıştığım kurum olan CSEM, akademi ile endüstri arasında tam anlamıyla bir köprü görevi görüyor. Doktora sonrasında araştırmalarımı burada yürütüyorum. İçinde yer aldığım grup bugüne kadar birçok başarılı tasarıma imza atmış, içinden start-up şirketler çıkarmış bir ekip. 

Bu farklı ortam, uzun zamandır fırsat bulamadığım alanlarda kendimi geliştirmeme imkân sağlıyor. Grubumuzda elektronik devre tasarımında 20 yılı aşkın deneyime sahip mühendislerle çalışıyorum ve onlarla yaptığım fikir alışverişleri manyetik rezonans alanında uygulanabilir yeni fikirler ortaya çıkarıyor.

Aslında yüksek lisansım sırasında da bir süre İTÜ Teknopark’taki Mikroelektronik firmasında yarı zamanlı çalışmış ve oradaki tecrübeli mühendislerden çok şey öğrenmiştim. Hatta o dönemde edindiğim pratik bilgilerin, doktora sırasında tasarladığım devrelerin başarıyla çalışmasında kritik rol oynadığına inanıyorum.

Demek istediğim şu ki: akademi ve endüstri, birbirini sürekli besleyen ve birlikte ilerleyen iki DNA sarmalı gibidir. Benim gönlümde uzun vadede akademi var; çünkü bir ürünü geliştirmekten ziyade, sıfırdan yepyeni bir ürünün gerçeğe dönüşebileceğini göstermek bana çok daha heyecan verici geliyor. Tabii en büyük hayalim, bu fikirlerin sadece laboratuvarda kalmayıp bir gün gerçek dünyaya taşınarak birilerine, ne kadar küçük olursa olsun, somut bir fayda sağlaması.

Araştırma konularınız arasında özellikle ilginizi çeken, gelecekte derinleşmeyi planladığınız yeni bir teknoloji ya da alan var mı?

Şu anda kuantum algılama ve biyouyumlu mikro sistemler alanı özellikle ilgimi çekiyor. Manyetik rezonans tekniklerini biyomedikal cihazlarla birleştirmek önemli fırsatlar sunabilir ve bu yönde derinleşmeyi hedefliyorum. Bu alanda ilerlemek için iş birlikleri geliştirmem ve yapılabilecekler konusunda kendimi daha fazla beslemem gerektiğinin farkındayım. 

Şu anda bilgi ve yetkinlik alanım doğrultusunda alana katkı sağlayacağına inandığım devreleri tasarlamaya devam ediyorum. Kısa vadede, geniş sıcaklık aralığında çalışabilen, farklı yöntemleri ve frekansları aynı çipte bir araya getiren gelişmiş manyetik rezonans devreleri tasarlamayı hedefliyorum. Böylece pek çok farklı deney tek bir çip ile gerçekleştirilebilecek.

Uluslararası iş birliklerinin araştırmalarınızdaki yeri nedir? Türkiye’deki üniversitelerle ortak projeler yürütmeyi düşünüyor musunuz?

Uluslararası iş birliklerinin degerini gittikce daha iyi anliyorum. Farklı bakış açıları ve teknik imkanlar bir araya geldiğinde çok daha yaratıcı çözümler üretilebiliyor. Gelecekte Türkiye’deki üniversitelerle de ortak projelerde yer almayı çok isterim. Bu tür bağların hem bilgi paylaşımı hem de insan kaynağı açısından büyük katkı sağladığına inanıyorum.

Kendi kariyer hikayenizi düşündüğünüzde, geriye dönüp genç Nergiz’e bir cümleyle ne söylemek isterdiniz?

Kendine güven ve fikirlerinin pesinden kosmaktan asla çekinme. Daima açık iletişimden yana ol; sorunları ertelemeden, güzel bir iletişimle çöz. Yıllar önce İTÜ’den bir hocamın bana söylediği bir sözün ne kadar doğru olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyorum: ‘Ne olmak istiyorsan, o olacaksın.’ Çok basit ama benim için çok güçlü bir cümle. Hâlâ kendime sık sık bunu hatırlatıyorum.

Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Reklam Banner
Diğer Haberler
2025
Pusula Swiss – Tüm hakları saklıdır.
Özel Haber
Etkinlik
Anasayfa
Yazarlar
Video