
Sorularımızı yanıtlayan Prof.Dr. Mehmet Şahin, AK Parti’nin politikalarını ve bölgesel gelişmelere bakışını detaylı bir şekilde paylaştı. Röportajımızda, Türkiye’nin hem iç hem de dış gündemine dair kritik değerlendirmeler yer alıyor.
Röportaj: Ferah Koçak Erdoğan
- Sayın Şahin, Türkiye siyaseti son dönemde yeniden ‘Yeni Anayasa’ tartışmalarına sahne oluyor. AK Parti bu sürece nasıl yaklaşıyor? Mevcut sistemde hangi temel değişiklikleri gerekli görüyorsunuz?
Türk siyasetinde Sivil Anayasa Türkiye’nin gündeminden hiç düşmedi. Çünkü bugüne kadar Türk milletine hiç Anayasa yaptırmadılar. Türkiye’de daha çok darbelerden sonra (1960-1980 darbelerini hatırlayalım) darbecilerin yaptığı Anayasa oldu ve bu Anayasa darbeci ruhunu hep korudu. Sivil siyaset sivil bir Anayasa yapmayı istedi ve bunu her zaman gündeme taşıdı, şimdide gündemde olduğunu görüyoruz.
Bu konuda özellikle Ak Parti’nin geldiği andan itibaren zaman zaman bazı girişimleri oldu. Geçmiş zamanda hatırlayalım bazı partiler 60 maddede anlaştılar, sonra CHP’nin geri adım attığı dönemler olmuştu. Son dönemde yine Ak Parti gündeme getirdi Sivil Anayasayı. Bu konuda siyasi partiler TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş Bey tarafından ziyaret edildi. Türkiye’de siyasal bir gelişim ve dönüşüm yaşanıyor. Kastettiğim şu; 2017 yılında önemli bir sistem değişikliğine gidildi. Bunu muhalefet, maalesef rejim değişikliği olarak yorumladı. Bu rejim değişikliği değil bir sistem değişikliğiydi.
2017 yılında madem bir sistem değişikliği yapıldı bunu bir Anayasa ile taçlandırmak gibi bir niyet de var. Sivil bir Anayasanın yapılması için tüm siyasi partiler özellikle Meclis’te olanlar ( tabi olmayanlarda) ziyaret ediliyor. Onların desteği çok önemli. Çünkü bugün baktığımızda yüzde 95’in üzerinde Milli İradenin Meclise yansıdığını görüyoruz. Sivil bir Anayasa oluşmasında tabiki siyasi partilerin desteği önemli çünkü Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok büyük katkı sağlar. Ak Parti’nin ve Cumhur İttifakının çabası da bu yöndedir.
- AK Parti’nin uzun süredir yürüttüğü terörle mücadele politikasında son dönemde bir değişiklik söz konusu mu? ‘Terörsüz bir Türkiye’ hedefi doğrultusunda PKK’nın silah bırakması ve Abdullah Öcalan’ın çeşitli taleplerinin gündeme gelmesi bu süreci nasıl etkiliyor?
Ak Parti’nin terörle mücadelesinde bir değişiklik yok. Terörle mücadelede zaten en ufak bir zafiyet de yok. Özellikle hatırlayalım 2014-2015 yıllarında hendek sürecinden sonra Türkiye terörle mücadelede bir konsept değişikliğine gitti. Terörle mücadele geçmiş yıllarda genellikle ülke sınırları içinde yapılır, terörün bir anda gelmesi beklenirdi.
Ak Parti konsept değişikliğine giderek terörü kaynağında yok etme stratejisini benimsedi. Türkiye, terör örgütünün rahatlıkla Türkiye içine gelip terör faaliyetinde bulunmaması için Suriye’ de 5-6 operasyon yaptı. Aynı zamanda Irak’ta kendisine yakın sınırlarda bir 30-35 km’lik bir alanı tamamen kontrol eder hale geldi. Burada üsler kurdu ve bunu da geçen dönem kapattı kilidi de kapattı. Bunlara Pençe Kilit operasyonları adı verilmişti. Bu, terörle mücadelede Türkiye’ye çok büyük bir katkı sağladı. Ne tür katkı sağladı; tabii elinde imkanlar da oldu. Özellikle savunma sanayindeki elde etmiş olduğu imkân da Türkiye’ye hem konsept değişikliği hem savunma sanayindeki imkân hem de burada sağlam bir iradenin bir araya gelmesi terörle mücadelede Türkiye’nin elini oldukça güçlendirdi.
Bir yandan da diplomasi yürüttü onu da söylemekte fayda var. Bunlar devam ederken, bölgede meydana gelen değişiklikleri de göz önünde bulundurmak hem terörle mücadelede yakalanan ivme hem de başta Suriye olmak üzere bölgemizde yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin yeni bir sürecin başlaması sürecine doğru evrilmesini sağladı.
Terörsüz Türkiye kavramıyla birlikte Türkiye, bir anlamda yaklaşık 40 yıldır mücadele ettiği terör örgütünün sonlanması konusunda bir inisiyatif aldı. Burada MHP’nin Genel Başkanı sayın Devlet Bahçeli’nin almış olduğu güçlü inisiyatif sayın Cumhurbaşkanı’mızın desteği ve birlikte hareket etmeleri özellikle kimsenin beklemediği acaba olur mu diye şüpheyle baktığı bir dönemde PKK terör örgütünün silah bırakma ve kendini feshetme kararıyla süreç belli bir noktaya geldi. Ki; bu benim beklediğimin de çok üzerinde gidiyor. Çünkü bende de belli şüpheler vardı.
Terörsüz Türkiye kavramını, terör sorununu artık çözmüş bir Türkiye olarak yorumlayabiliriz. Ama terörsüz Türkiye tek başına sadece Türkiye’yi kapsamıyor, terörsüz bölge kapsamını da bunun içine almak gerekiyor. Çünkü PKK’nın yürütmüş olduğu faaliyetler sahip oldukları angajmanlar Irak ve Suriye’deki varlığını da göz önünde bulundurduğumuzda bu terörsüz Türkiye’nin, terörsüz bölgeyi de kapsadığını rahatlıkla görebiliriz. Burada alınan yeni inisiyatif ve ortaya çıkan yaklaşıma baktığımızda benim beklediğimin daha üzerinde gittiğini görüyoruz. Yalnız terörsüz Türkiye terörle mücadeleyi bırakmak değildir. Terörle mücadeleyi, elde edilen imkânı ve fırsatı taçlandırma girişimi olarak okumak daha doğrudur.
- Son dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında devam eden dava süreci ve bazı CHP'li belediyelere yönelik yapılan operasyonlar, kamuoyunda "siyasi baskı" tartışmalarına neden oldu. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Hukuki süreçlerin siyasallaştığı yönündeki eleştirileri doğru buluyor musunuz?
Ben doğru bulmuyorum. İBB merkezli olarak yürütülen bir yolsuzluk operasyonu var. Ama CHP: 'biz bunları görmeyelim, bunu bir siyasi operasyonmuş gibi yansıtalım' yaklaşımıyla bir tavır takınıyor. İlk önce, '3-5 gizli tanık üzerinden yürütülmeye çalışılan bir proje' diye sunmaya çalıştılar.
Oysa bu, 20’nin üzerinde suçunu itiraf eden itirafçının olduğu bir durum. Bunlar sıradan insanlar değiller. Ekrem İmamoğlu’nun Beylikdüzü’nden bugüne birlikte çalıştığı ekipten insanlar da bu işin içinde. Ve bunlar diyor ki, bunu mealen dile getiriyorum: 'biz birlikte yolsuzluk yaptık, tamam Belediye başkanlığını kazandık ama birlikte İstanbul’u birlikte soyduk' diyorlar ve bunu detaylı bir şekilde anlatıyorlar.
Ama CHP’li siyasetçiler ve onları destekleyen kişiler bu medya, akademi veya farklı alanlardan olabilir yapılan açıklamaları görmezden gelip doğrudan bunun siyasi bir operasyon olduğu yönünde bir algı yürütmeye çalışıyorlar. CHP’nin, hem partisinin yolsuzlukla anılmaması hem de İstanbul’daki süreci siyasi bir süreçmiş gibi anlatma çabası var. Ama ben, iddianame ortaya çıktıktan sonraki süreçte artık kimsenin bunu savunamaz duruma geleceğini düşünüyorum. Her gün bir iş insanı veya birlikte çalıştıkları bir kişi, itirafçı olarak ortaya çıkıyor. İtirafçı olduklarında da 'biz birlikte şu tarihte şunları yaptık' bilgisiyle bunu ortaya koyuyorlar.
Bu ortadayken, bunların siyasi bir yönü var demek ve Cumhuriyet Savcılığı’nın bir şey yapmamasını beklemek kimse tarafından kabul edilemez. CHP’nin, bunu siyasi bir operasyon gibi anlatma konusunda bir çabası var. Ama zamanla bu işten pişman olacaklarını ve kendilerinin bile savunamayacağı bir resmin ortaya çıkacağını düşünüyorum.
- İsrail’in İran’a yönelik saldırısıyla birlikte Ortadoğu yeni bir kırılma eşiğine geldi. Türkiye bu kriz karşısında nasıl bir dış politika refleksi göstermeli?
Ben, Ortadoğu’daki bu siyasi türbülansın her geçen gün artan bir hızla devam ettiğini düşünüyorum. Biz bunu uzun süredir yaşıyoruz. Bu süreçte Türkiye taraf olmamak için elinden geleni yapıyor. Bir taraftan da ortaya çıkan bu yangınları çözmek için diplomasiyi devreye koyduğunu görüyoruz. Bunu Ukrayna Rusya, Ortadoğu’daki gruplar, devletler arasındaki ilişkilerde veya uluslararası alanda yürütmüş olduğu diplomaside görebilirsiniz. Fakat bir taraftan diplomasiyi yürütürken diğer yandan aynı bölgede olduğunuzdan dolayı sessiz kalamıyorsunuz.
Burada yapmanız geren şey kapasiteniz artırmanız. Bu coğrafyada yaşıyorsanız, maalesef bu cümle de bana ait, “Ortadoğu’da siyaset silahla yapılıyor”. Tabii burada dış politikayı kastediyorum. Bölgesel politikayı kastediyorum. Eğer Ortadoğu’da başkasının gücüne dayanarak varlık göstermeye çalışıyorsanız varlık gösteremezsiniz. Yani sizin istihbarat ve askeri kapasitenizin büyük oranda başka ülkelere bağımlı olmaması gerekiyor. Türkiye’nin, son dönemde özellikle hem askeri yeteneklerini artırması hem de savunma sanayi konusundaki bağımlılığını azaltması ve bunu yüzde 80’in üzerinde kendi kaynaklarına dayandırmasının ne kadar önemli olduğu; İsrail’in İran’a saldırması veya bölgedeki yaşanan son gelişmelerle birlikte daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır, diyebiliriz.
Türkiye’nin kendi savunma yeteneklerini hızla artırdığını ve bu konuda ciddi bir çaba harcadığını görüyorum. Bir taraftan diplomasi yürütürken, Ortadoğu’daki çatışmalar devam ettiğinde bunların bir parçası olmadan, bu krizleri sönümlendirme konusunda diplomasi çabası sürerken; diğer taraftan da kendi gücünü ve kapasitesini artırmaya yönelik bir çaba içinde olduğunu görüyoruz ve doğrusu da budur.
- Avrupa ülkeleri ‘gerilimi düşürün’ çağrısı yapıyor. Türkiye’nin bölgesel barış adına diplomatik bir arabulucu rolü üstlenmesi mümkün mü?
Avrupa uluslararası politikada maalesef artık yok. Hatta ilginç bir şey söyleyeceğim Avrupa artık Avrupa sorununda bile yok. Ukrayna bir Avrupa sorunu ve Ukrayna ile ilgili bir masa kuruluyor, bu masada ABD, Rusya ve Türkiye var ama Avrupa yok. Hatta bir araya geldikleri zaman Avrupa ne diyor diye bakan da yok. Bu Avrupa ve dünya için çok kötü. Ben Avrupa’nın diplomasinin içinde olmalarını olumlu bulurum ama maalesef ortaya koydukları durum bu şekilde.
Avrupa dışı bir konu olan meseleye geldiğimizde Avrupa’nın özellikle Gazze konusunda; Avrupa halklarının aldığı tavrı çok olumlu buluyorum. Maalesef Avrupa’daki halkın aldığı inisiyatifi yöneticiler alamadı. Ve kendi değer ve yetkilerini İsrail konusunda Gazze’de kaybettiler. Avrupa’dan gelen söylem dünyada ve bölgede çoğu kişinin ilgisini çekmiyor.
Türkiye’nin arabuluculuk veya kolaylaştırıcılık konusuna gelince, Türkiye ve İran bölgesel anlamda iki önemli ülke ve hemen hemen her konuyu görüşürler. Ama Gazze meselesinden dolayı, Türkiye ile İsrail’in arasında böyle bir ilişki tarzı yok. Bundan dolayı Türkiye’nin Ukrayna meselesinde olduğu gibi hem Ukrayna ile hem de Rusya ile ilişkileri iyi ve her iki ülke Türkiye’nin tavrına önem veriyor. Ama Türkiye ve İsrail arasında bir güven sorunu var. Bunun zor olacağını düşünüyorum.
- Bu çatışma ortamı, Türkiye’nin İran’la ve İsrail’le olan ikili ilişkilerini nasıl etkileyebilir? Özellikle enerji, güvenlik ve ticaret boyutunda yeni riskler ya da fırsatlar doğabilir mi?
Her olumsuz gelişme Türkiye’yi de olumsuz etkiliyor. Ortadoğu ülkeleri enerji üreten ülkeler ve İran’da bunların içerisinde. İran 1979 yılından bugüne kadar belli konularda ambargo uygulanan bir ülke. Komşunuza ambargo uygulanması size de uygulanması anlamına geliyor. Irak ve Suriye’de de aynısı yapıldı.
Düşünsenize siz doğu ve güneydeki komşularınızla istediğiniz gibi ticaret yapamıyorsunuz veya bu konuda belli engeller olduğunu görüyorsunuz. Bunun bir maliyeti oluyor. Son dönemde özellikle enerji fiyatlarının artması konusunda Türkiye hiç işin içinde olmamasına rağmen bölge ve enerjiye ihtiyacı olan bir ülke olmasından dolayı diğer kalemleri bıraksak bile enerjide bir maliyetin ortaya çıktığını son bir kaç günde maalesef görüyoruz.
- İran-İsrail arasındaki çatışma savaşa dönüşürse Türkiye ve Avrupa’yı yeni bir göç dalgası bekliyor diyebilir miyiz?
Şu anda savaşa dönüşmüş durumda. Göç dalgasının oluşabilmesi için İran topraklarının yoğun bir şekilde istikrarsızlaşması gerekir. İsrail’in yapacağı bir saldırıyla değil, başta ABD olmak üzere başka ülkelerinde savaşa dahil olmasıyla istikrasız bir yapının oluşmasıyla göç dalgası oluşabilir. Ben İsrail’in günlük belli noktalara atış yaparak burada bir göç dalgası oluşturabileceğini sanmıyorum.
- Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın zaman zaman siyasi farklılıklar nedeniyle kutuplaşabildiğini görüyoruz. Bu konuda onlara ne tür bir mesaj vermek istersiniz? Sizce Türkiye için birlik duygusunu nasıl güçlendirebilirler?
Biz farklı siyasi partilerdeyiz ve bu demokrasinin bir gereğidir. Biz düşman değiliz. Farklı siyasi kimliklere sahip olmak ülke hakkında farklı görüşlere sahip olmamız anlamına gelir. Şu şekilde düşünmeyin; bu farklı siyasi partililer ekranlarda mecliste birbirlerine hep sert cümleler söylüyorlar. Ama şunu unutmayın; biz ekran dışında bir araya geldiğimiz zaman birbirimiz hastalığıyla ilgileniriz. Birlikte oturur yemek yeriz aynı masada buluşuruz. Çocuklarımızı sorarız ve birbirimize yardım ederiz.
Yurtdışındaki vatandaşlarımız dışarda oldukları için kimliklerini hem siyasi kimliklerini hem de diğer kimliklerini daha sert yaşıyorlar. Bunu bıraksınlar. Biz siyasi rakibiz, düşman değiliz ama hepimiz Türkiye sevdalısıyız. Olaylara bu şekilde bakmalarında fayda vardır diye düşünüyorum. Ülkelerine de o şekilde yaklaşsınlar. Çünkü siyasi partiler ister iktidarda olsunlar ister muhalefette olsunlar milletin desteğiyle geliyorlar. Kutuplaşmayı bıraksınlar diye düşünüyorum. Kamera olmadığı zaman o kutuplaşma yok.
Yurtdışındaki değerli vatandaşlarımızda bu perspektiften bakarlarsa olaylara daha iyi olur diye düşünüyoruz. Biz tüm vatandaşlarımızı seviyoruz. Ben kendi seçim bölgemde, Kahramanmaraş’tan bir talep geldiğinde ak parti mi ya da cumhur ittifakının üyesi midir diye bakmam. Hatta vatandaş siyasi kimliğini gündeme getirdiği zaman da neden bunu açıklıyorsun diye kızdığımda oldu. Bu yüzden bize gelen her talep vatandaşımızın talebidir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması ve bu ülkeye sevdalı olması yeterli. Bu şekilde yaklaşırlarsa kutuplaşmayı da bırakırlar ve ülkelerine çok daha iyi hizmet ederler.
Yurt dışında farklı STK’larda yapılanmalar var. Tabii ki bu yapılanma olacak, tıpkı bizim farklı siyasi partilerde olduğumuz gibi. Ancak konu Türkiye olduğunda, lütfen birlikte hareket etsinler. Bizim onlardan isteğimiz bu olur.